Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,,TBMM CHP Grup Toplantısında konuştu.
Kılıçdaroğlu şu ifadelerde bulundu:
Ramazan ayı içindeyiz, bugün birinci günü. 11 ayın sultanı diyoruz bu güzel aya. Duygularımızın yoğunlaştığı bir ay. Aynı zamanda bu ay, iç hesaplaşma yapmamız gereken de bir aydır. Yaptığımız hataları sorgulama, haksızlıkları sorgulama ayıdır bu ay aynı zamanda. Birisine kötülük yaptıysak, birisinin hakkını yediysek, oturup kendi vicdanımızda bunu sorgulama ayıdır aynı zamanda Ramazan Ayı. Dolayısıyla Ramazan, aynı zamanda hak sahibine hakkını teslim etme zamanıdır.
Değerli arkadaşlarım; belediye başkanlarımız olağanüstü bir çaba gösteriyorlar. Hâlâ her bir belediye başkanımız gerçekten de günün 24 saati çalışıyor. Pandemi döneminde 11 milyon 700 bin vatandaşımıza yardım götürdüler. 11 milyon 700 bin vatandaşa, kimisine gıda, kimisine nakit, kimisine maske, kimisine dezenfektan; ne gerekiyorsa, kimisine tablet, kimisine burs, ne gerekiyorsa hepsi yapıldı. Yardım talep edip de karşılıksız kalan hiç kimse olmamasına özen gösterdik. Bu yardım talepleri bazen Genel Merkeze geldi, bazen belediyelere geldi, bazen milletvekillerimize geldi, bazen doğrudan belediye başkanlarımıza geldi. Hangi kanaldan ulaşırsa ulaşsın, belediye başkanlarımız ihtiyaç sahibi olan herkese, yediden yetmişe herkese yardım götürdüler.
Değerli arkadaşlarım, belediyelerimiz nasıl çalıştı bu süre içinde? Belediye başkanlarımıza şunu söyledim. Daha önce de yaptılar, 11 ayın sultanı olan Ramazan’da da bunu yapacaklar.
1) Dedik ki, yönettiğiniz beldede hiç kimseyi inançları, kimlikleri, yaşam tarzları itibariyle ayırmayacaksınız, herkesi kucaklayacaksınız. Bu birinci kuralımız. Bu kurala dün de uydular, Ramazan süresince de bütün belediye başkanlarımız uyacaklar.
2) Hizmeti, yani belediyenin hizmetini belli kişiler, zümreler, akrabalar, yandaşlar için değil, halk için yapacaksınız; belde halkı için yapacaksınız. Sizi bulunduğunuz makama taşıyanın o belde halkı olduğunu unutmayacaksınız. Bunu söyledim, Ramazan’da bir kez daha söylüyorum.
3) Belediyelerinizde fakir mahallelere pozitif ayrımcılık yapacaksınız. Geçmişte o belediyeler, o mahalleler, sizden önceki belediye başkanları tarafından çok ihmal edildi. Dolayısıyla o mahallelere pozitif ayrımcılık yapacaksınız.
4) “Yoksullara yardım yaparken, yoksulun onurunu koruyacaksınız” dedim. Halkçılığın en temel ilkesi olan onurdur, insanın onurudur, onurun korunmasıdır. Dolayısıyla fakire yardımı yaparken, sağ elin verdiğini, sol el görmeyecek. Bu halkçılığın en temel ilkesidir. Bunu kimsenin unutmaması lazım.
5) “Harcadığınız her kuruşun hesabını millete verin” dedik. Çünkü harcadığınız para sizin paranız değil, cebinizdeki para değil, milletin parasıdır. O nedenle bütün ihaleleri canlı yapın. Geçmişte aynı ihaleyi 100 liraya yaptıran belediye başkanları varken, bizim belediye başkanımız aynı ihaleyi 100 liraya değil, 25 liraya yaptırıyor ve daha iyi sonuç alıyor. Bunu bütün millete göstermemiz lazım.
Ve “israfla mücadele edin” dedik. İsraftan kaçının. Dolayısıyla israftan kaçınmak, aynı zamanda kul hakkına saygı göstermek demektir. Bizim temel kurumlarımızdan beşincisi buydu ve “belediyede atamaları yaparken işi ehline teslim edin mutlaka” dedik. İşi ehline teslim ettiğiniz andan itibaren, belediye başkanı olarak rahat edersiniz. “Bir sorun varsa, yansıyorsa, talimatını verip, sonucunu göreceksiniz” dedik. “Belediyeyi adaletle yönetin” dedik. Bütün belediyeler, belediye başkanlarımız buna uyuyorlar ve adaletle yönetiyorlar. Adaletle yönetmeye herkes özen gösteriyor.
Değerli arkadaşlarım; bizde bir söz vardır: “Allah insanı kuru iftiradan sakınsın” diye. Montrö Sözleşmesi’nden rahatsız olan emekli amiraller bir açıklama yaptılar. Onların iradesi dışında açıklamanın metninde bazı değişiklikler yapıldı. Onların iradesi dışında, birilerinin aracılığıyla gece yarısı bu açıklama yayınlandı. Onların iradesini suistimal edenler, iktidara yakın olanlardır. Yani saraya yakın olanlardır. Saray, buradan bir darbe iması çıkarmak istedi. Darbecilik çıkarmak istedi. Arkasından da dönüp, “bak işte; bunun arkasında CHP var” dedi. Ne oldu? Hayır, ne oldu? Hani CHP vardı? CHP ile ilgili tek kelime bile yok, tek kelime. Devlet senin elinde, istihbarat senin elinde, polis senin elinde, jandarma senin elinde ve kalktın utanmadan, sıkılmadan beni suçladın. Utanmadan, sıkılmadan…
Devlet yalan söyler mi Allah aşkına ya? Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan bir zat yalan söyler mi ya? Yalan diyorum, yalan ya. Onun için diyorum ya, Allah insanı kuru iftiradan saklasın diye. Makama bakın, hırsa bakın, kibre bakın; böbürlenmeye, büyüklenmeye bakın. Koltuğu uğruna yapmayacağı ve satmayacağı hiçbir şey yoktur. Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Devlet -her seferinde söylerim- akılla yönetilir, akılla; bilgiyle yönetilir, bilgiyle; erdemle yönetilir, erdemle; ahlakla yönetilir, ahlakla; adaletle yönetilir, adaletle. Tam tersini yapıyorlar. Kibir deseniz, var. Ahlaksızlık deseniz, diz boyu. Büro memurundan, en tepeye kadar… Pudra şekerlerini kimse unutmadı. “Balık baştan kokar” demiş atasözü; atalarımız diyor bunu. O yüzden her türlü iftiraya hepimizin hazırlıklı olması lazım.
Biz vatanımızı seviyoruz. Biz bayrağımızı seviyoruz. Biz ülkemizi seviyoruz. Biz insanımızı seviyoruz. Biz insanlarımız arasında ayrım yapmıyoruz. Biz, eğer bir çocuk yatağa aç girerse, biz o akşam rahat uyumuyoruz. Biz saraydan beslenmiyoruz, saray beslemeleri değiliz. Biz alın terimizle kazandığımız parayla geçilmesini biliyoruz. Biz ahlaklıyız, biz erdemliyiz.
Değerli arkadaşlarım, bu söylediklerimi gerek ben, gerekse milletvekili arkadaşlarım, gittikleri her yerde özenle anlatıyorlar. Vatandaşın nabzını tutuyorlar. Geçen hafta ben Sinop’taydım. Ekonomi Masamız Malatya ve Adıyaman’daydı. Milletvekillerimiz ve parti meclisi üyelerimiz de Yalova, Karabük ve Kars’a gittiler. Diyorlar ya, “CHP çalışamıyor.” Cumhuriyet Halk Partisi’nin çalıştığı kadar hiç kimse çalışmıyor. Bir saatin dakikalık ölçümü içinde Türkiye’deki olayları yakından izliyoruz. Milletvekillerimiz de izliyor, halkın nabzını tutuyoruz ve dolayısıyla aldığımız parayı, aylığı hak etmeye çalışıyoruz. Yan gelip yatmıyoruz. Saraydan medet ummuyoruz. Birilerinden avanta almıyoruz. Çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Çünkü biz halkın partisiyiz. Çünkü biz yandaşlar için değil, vatandaşlar için çalışıyoruz ve biz vatandaşlarımız arasında hiçbir ayrım yapmıyoruz. Bizim özelliğimiz bu değerli arkadaşlarım.
Arkadaşlarımız gittiler, gerçekten de millet perişan vaziyette. Türkiye coğrafyası bir alev topu gibi. Değerli arkadaşlarım; son bir yılda işsiz kalan 1 milyon 254 bin kişi var. İşi vardı bu insanların. 1 milyon 254 bin kişinin işine son verildi, işsiz kaldı bunlar. 19 yılın sonunda geldiğimiz nokta, 10 milyon 219 bin kişi işsiz. Yaşlısı, genci, ilkokulu, ortaokulu, lisesi ve üniversite mezunu… Değerli arkadaşlarım, 10 milyonun üstünde işsiz olursa bir ülkede, orada huzur olmaz, orada bereket olmaz, orada kargaşa ve kaos kaçınılmaz ortaya çıkar. İntihar vakaları ortaya çıkar. Yasadışı “geçimimi nasıl sağlarım?” diye çalışmalar, çabalar ortaya çıkar. Ülkeyi yönetenler bunun farkında mı? Emin olun farkında değiller. Onların bir eli yağda, bir eli balda. Vatandaşın çektiği ıstırabı asla bilmiyorlar. Bakın Karabük’e giden arkadaşlarımız 7-8 Nisan’da gittiler, 16 milletvekili ve bir Yüksek Disiplin Kurulu üyemiz. Bakın bir esnaf ne diyor?
“Hükümet her şeyi eline, yüzüne bulaştırdı. Resmi enflasyonla bizim enflasyonumuz arasında dağlar kadar fark var. Boğazımıza bir ip bağladılar, bir o tarafa, bir bu tarafa çekiyorlar. Üç gün kapat, beş gün aç. Nasıl lebâleb kongre yaptılarsa, bu işlerin çözümünü de bulmaları lazım.”
Sevgili esnaf kardeşim, bunlar bu işin çözümünü bulamazlar. Kongrelerini yaparlar. Pandemiyi bütün Türkiye coğrafyasına yayarlar, saraylarında otururlar, insanlar ölmüş; umurlarında bile değildir, umurlarında bile değildir.
Yine Araç Çayı ve Soğanlı Çayı dere yataklarında seracılık yapan çiftçi: “Kompoze gübre 2020 yılı son aylarında 100 liraydı. Şu anda 150 TL. Altı ayda yüzde 50 zam gördü. Dap gübre aynı dönemde 130 liradan, 250’ye çıktı; yüzde 90 artış yaşandı.” Nasıl geçinecek bu adamlar? Nasıl gübreyi alacak? Yalova’ya giden 22 milletvekilimiz, onlar da 7-8 Nisan’da Yalova’daydı. Esnaf Odası Başkanı; gayet açık, gayet net söylüyor: “Yalova’nın şimdiye dek yaşadığı en büyük felaket Yalova depremiydi. Ancak o zaman bile esnaf bu kadar, bu derece kötü günler yaşamamıştı.” Doğru…
Emekli bir polis yolda arkadaşlarımızı çeviriyor ve söylüyor. Diyor ki: “Süleyman Soylu Sayın İçişleri Bakanı bize kahramanlarım, aslanlarım diyor. Bize 3600 ek göstergemiz verilmiyor. 1995 yılından beri gasp ediliyor. Emekli olduktan sonra emniyet hizmetleri tazminatımız, aile tazminatımız kesiliyor. Bize üvey evlat muamelesi ediliyor. Yıllarca kahraman gibi terörle vatan savunmasında görev yapan polis, emekli olunca muhtaç ediliyor. Ya kahramanına, aslanına ekmek vermedikten sonra, bunun kahramanlığı, aslanlığı nerede kalır?” diyor. Doğru mu? Doğru. İçinden geleni söylüyor. En tepede olan kişi ne dedi? “3600 ek gösterge vereceğiz” dedi. “Polise vereceğiz, öğretmene vereceğiz, sağlık görevlilerine vereceğiz ve imamlara vereceğiz” dedi. Niye yalan söylüyorsun? Oy almak için bir insan yalan söyler mi? Ramazan günündeyiz, Ramazan günündeyiz ve herkes elini vicdanına koyup düşünsün. Oy almak için bir adam yalan söyler mi, kendi vatandaşına ve üstelik Cumhurbaşkanlığı koltuğunda otururken? En tepedeki yalan söylerse, aşağıya nasıl yansır bu? Polis kardeşlerim, hiç endişelenmeyin. Allah’ın izniyle iktidar olacağız, o 3600 ek göstergeyi vereceğiz.
Biz doğruyu söyleriz, doğruyu. Onlar devleti bilmezler, biz devleti biliriz. Onlar devletin itibarını sıfırladılar, biz devletimizin itibarını yücelteceğiz.
Değerli arkadaşlarım; Kars’a giden arkadaşlarım, oraya da 16 milletvekili, 2 parti meclis üyemiz ve 2 Yüksek Disiplin Kurulu üyemiz gitti 8-9 Nisan tarihleri arasında. Market işleten bir esnafımız: “Bitmişiz, ağlayanımız yok. Burada önceden 4-5 kişi çalışıyordu. Şimdi yalnız başıma oturuyorum. Olan işi BİM, A-101, ŞOK yapıyor, iktidar onları zengin edip, bizi bitirmek istiyor.” Bu doğru.
MHP’li bir kardeşimiz, kuruyemiş satıyor: “Salgın dönemi çok kötü yönetiliyor. Hayat çok pahalı. Bir an önce erken seçim bekliyoruz” dedikten sonra şu ilaveyi yapıyor: “Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz” demiş. Aynen doğrudur. Ayazı asla unutmayacaksınız, asla unutmayacaksınız. Sandık gelecek mi? Korkudan getiremiyorlar, korkudan getiremiyorlar ama eninde, sonunda bu sandık gelecek ve hep beraber, hep birlikte bu milleti perişan edene demokratik bir dersi sandıkta vereceğiz.
Boyabat’a, Sinop’a ve Ayancık’a gittik. Vatandaşlarla görüştük, esnafımızla görüştük, onlarla sohbet ettik, dertlerini dinledik. Sanayi bölgesine de gittik, organize sanayi bölgesine de gittik. Esnaflarımız bizi ağırladılar. Çayımızı, kahvemizi içtik. Hepsine buradan, Sinop halkına, hepsine yürekten teşekkür ederim. Bizi kucakladılar. Ayrıca balıkçılarla oturduk, özel bir toplantı yaptık. Onların da büyük dertleri var, büyük sorunları var. Şimdi grup başkanvekili arkadaşlarıma söylüyorum: Bir ekip oluşturacaksınız; Hopa’dan İskenderun’a kadar bütün kıyı boylarını gezecekler, balıkçılarla oturup konuşacaklar, dertlerini dinleyecekler. Balıkçıların sorunlarını da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşıyacağız. Onlar tespit edemiyorlar, biz tespit edelim. Niye biz tespit edelim? İktidar olacağız, bir daha “sorun nedir?” diye sormayacağız. Sorunları biliyoruz, çözümleri de oluşturacağız. Bakın, Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili. Üç tarafı denizlerle çevrili olan bir ülke, en az denizlerden yararlanıyor. Bir denizcilik bakanlığı bile yok ama biz çözeceğiz. Denizleri de verimli kullanacağız, bereketli olacak denizlerimiz de. İnsanlar çalışacaklar, huzur içinde avlanacaklar ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nin ortak ses çıkarması lazım. Bu konuda da arkadaşlara bilgi verdik, onlar da vardı, milletvekili arkadaşlarımız o konuyu da parlamentonun gündemine taşımamız lazım.
Değerli arkadaşlarım; Covid-19 sürecini yaşıyoruz. Gazetelere bir haber düştü; Norveç’te hükümet 10 kişiden fazla insanın bir araya gelmesini yasaklamış. Gayet güzel kuralı koymuşlar. Herkes uyuyor ama bu Başbakan doğum günü dolayısıyla aile bireylerini çağırıyor ve bir kutlama yapıyorlar. Sayı 10 değil, 13; Norveç’in devlet televizyonu bunu geniş kitlelere duyuruyor. Norveç’in devlet televizyonu -TRT değil- duyuruyor. Arkasından emniyet müdürü talimat veriyor, gidip Norveç Başbakanı’na para cezası kesiliyor. İşte devlet budur, devlet dediğiniz budur. Devleti bundan daha güzel anlatan ikinci bir örneği zor bulursunuz. Buyurun şimdi bir de Türkiye’ye bakalım: Lebâleb kongre yaptılar. Maskeler falan sıfır. İçişleri Bakanı mı diyecek: “Gidin ceza yazın.” Yürek ister, yürek. Yüreği olsa zaten orada oturmaz. Yürek ister…
İki; Erdoğan’a mı ceza kesecek? Yürek ister, yürek. Bu nedir? Kibrin getirdiği bir sonuçtur arkadaşlar. “En büyük benim. Ben kural tanımam. Vatandaş kurala uymazsa ceza keserim, ben ve yandaşlarım kurala falan asla uymayız. Ne kuralı kardeşim? Kural vatandaş için var, saray için kural yoktur” diyor. Böbürlenme ve kibrin getirdiği bir sonuçtur. Eğer böbürlenme ve kibir bir insanın ruhuna işlemişse, sonu felaket olur. O ülkenin sonu da pek parlak olmaz. Bunu hiç kimsenin unutmamasını isterim değerli arkadaşlarım.
“Kibir nedir?” diye baktım sözlüklere. Olur ya, yanlış bir şey söylemeyelim diye. “Kendini herkesten üstün tutma, üstün görme hastalığı.” Tanıyorsunuz değil mi bu hastalığa düçar olan kişileri? Biliyorsunuz herhalde. Ne demek “ben herkesten üstünüm.” Şeytana özgü bir kavramdır kibir biliyorsunuz. Şeytan ne diyor? “Ben Adem’e secde etmem” diyor. O çamurdan yaratıldı, ben ateşten yaratıldım. Kibir buradan başlıyor zaten. Eğer kibir, devleti yönetenleri teslim almışsa, o ülke kolay kolay iflah olmaz. Bir ülke kibirle yönetilmez. “Ben yaptım olur; insanlar ölür, ölürse ölür. Benim her dediğim doğrudur. Hiçbir kural bana çalışmaz. Çünkü benim söylediğim kuraldır. Hiçbir devlette, hiçbir bürokrat bana ceza da yazamaz, hiçbir şey yapamaz. Ben ne dersem ona itaat etmek zorundadır, yasadışı olsa dahi.” Amirallerin açıklamasında devlet eğer gerçekten kibirden arınsaydı, ilk yapacakları iş neydi biliyor musunuz? Bildiriyi değiştirenleri bulup, yakalayıp, getirip yargıya teslim etmekti. Yaptılar mı? Yapmadılar, yapamazlar. Oradan besleniyorlar çünkü. Oradan besleniyorlar, oradan siyaset oluşturmaya çalışıyorlar. Kibir öyle bir noktaya geldi ki değerli arkadaşlarım, tepedeki öyle olursa, aşağıya kadar yansıyor. “Eğer kuru ekmek yemişse, artık bu aç değildir” diyor, Meclis’te söylüyor bunu, milletin vekili söylüyor. Efendim, kibir dolayısıyla yarattıkları tablo sadece sağlıkçılardan 401 kişinin hayatına mal oldu. Kaç kişi hayatını kaybetti? Her gün… 300, 350, 302, 200, 295… Giderek artıyor; vaka sayısında neredeyse Avrupa’nın birincisi, dünyanın da üçüncüsü olduk galiba. Sorumlu kim? Bu soru çok önemli: Sorumlu kim? Memleketi bu kadar felakete sürükleyip, binlerce kişinin ölümüne yol açan sorumlu kim? Kongreyi yapanlar; yani Erdoğan, sorumlu o.
Değerli arkadaşlarım, biz “sorumlu o” dedik ama geçen toplantıda Bilim Kurulu’nu da eleştirmiştim. Norveçli bir polis kadar bile cesaretiniz, yüreğiniz yok ya. Norveçli polis ya… Başbakana gitti, oturdu, cezasını yazdı. Emniyet Müdürü de açıklama yaptı, “doğrudur” dedi. Başbakan da kalktı, özür diledi. “Evet, cezayı ödeyeceğim” dedi. Ya insanlar ölüyor, siz ne yapıyorsunuz Allah aşkına, ne yapıyorsunuz siz? Sizin iradeniz ipotek altında, bir kişinin ipoteği altında; rehin tutuluyorsunuz orada. Bilime yakışır mı? Bilim insanına yakışır mı? Çıkın, söyleyin. Önlem alınması gerekiyor kardeşim, önlem alınacaksa sen söyleyeceksin. Doktor olan sensin. Bırakmışsın işi, teslim etmişsin yukarıya; yukarı istediği gibi yapıyor zaten, seni dinlemez ki. Seni dinlemez ki… Her şeyi bilen o çünkü. Senin bilim adamlığın onun yanında tartışılmaz bile. Seni adam yerine bile koymuyorlar. Niye itiraz etmiyorsun? Neden konuşmuyorsun? “Efendim, bizi de amiraller gibi, emekli amiraller gibi toplarlar.” Toplamaları zaten senin için şeref ve onurdur. Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar ama onuncu köye gittiği zaman şerefi ve onuru vardır. Onu şerefi ve onuru dolayısıyla herkes kutlar.
Değerli arkadaşlarım, “bu aşamada meslek hastalığı sayılsın” dedik değil mi? Kanun teklifi de verildi. Saymadılar… Ben merak ediyorum mesela, Bilim Kurulu ne düşünüyor bu konuda? Kendileri doktor. Doktorların hakkını savunmaları lazım. Yaptıkları tek şey var: Doktorları, sağlık çalışanlarını alkışlayalım. E alkışla. Onların yaşadığı tablonun farkındalar mı? Günün 24 saati çalışıyor bu insanlar.
Bakın değerli arkadaşlarım; ben bu arada yoğun bakım hekimleriyle de bir Zoom üzerinden bir görüşme yaptım. Fiilen çalışan insanlar bunlar. Tabii o görüşmeyi kamuoyuna yansıtmadık, çünkü başları belaya girmesin diye. Bir hekim şunu söylüyor: “Bundan bir kaç ay önce her 10 hastadan 2’sini, 3’ünü kaybederdik. Şimdi her 10 hastadan 5’ini, 6’sını kaybediyoruz. Yer yok” diyor hastanelerde. Torpille yer buldun buldun, bulmadıysan ölüme terk ediliyorsun.
Ve şimdi değerli arkadaşlarım, bakın değerli arkadaşlarım; Sağlık Bakanı açıklama yapmış. Dün açıklama yapıyor: “Vakaların artmasının sebebi hepimiziz, 84 milyon.” Allah aşkına, ya bunlar uzayda mı yaşıyorlar Allah aşkına? Hastalığın, virüsün yaygınlaşmasına yol açan kongreler değil midir? Şimdi ne oldu? Vatandaşı suçlamaya başladılar. Vatandaşı suçlamaya başladığın andan itibaren, sen artık bu işi bilmiyorsun arkadaş, sen siyaset yapıyorsun, insan hayatı üzerinden siyaset yapıyorsun. Bunu yapan Sağlık Bakanına bir çağrıda bulunayım: Muhtarları aşı yaptırın kardeşim. Apartman görevlilerini aşı yaptırın kardeşim. Muhtara veriyorsun görev; sokak sokak geziyor. Aşı? Aşıya gelince yok. Apartman görevlisi; biz evimizde oturuyoruz, alışverişe o gidiyor. Sokağa o çıkıyor, görevi o yapıyor. Neden ona aşı yok? Öğretmene neden aşı yok? Saraydakilere? Derhal; hiçbir ayrım yapmaksızın yapılıyor. Dolayısıyla bu konuda değerli arkadaşlarım hepimizin dikkatli olması lazım. Sizlere, vatandaşlarıma özellikle çağrımdır, hepimizin maske takarak ve kendimizi koruyarak gezmesi gerekiyor değerli arkadaşlarım. Öyle bir noktaya geldi ki, Türkiye her gün bir Soma faciası yaşıyor. Her gün… 301 kişi Soma’da hayatını kaybetmişti. Bakın yıllar geçti hâlâ unutmuyoruz. Ama şimdi her gün bir Soma faciası yaşıyoruz. 301 değil, 350, 352, 360’ı buluşacak. Böyle bir tablomuz var?
Değerli arkadaşlarım; bu kürsüde 2 Şubat 2021 tarihinde bir çağrı yaptım. Patates üreticileri; depoda patates var ve bunların mutlaka devlet tarafından alınması lazım. Dışarıya satamıyorlar, lokantalar kapalı, depolarda kaldı, çimlenmek üzere… 2 Şubat 2021. Meclis’te araştırma önergeleri verildi. Bütün bunların hepsi yapıldı. Bakan çıktı, “patatesi niye Toprak Mahsulleri Ofisi?” dedi. “Onun görevi değildir” dedi. Nihayet geçen gün açıklama yaptılar ve patatesleri alacaklar. Sorun nerde? Elindeki malı çok ucuz bedelle, zararına satan çiftçinin hali ne olacak? Bizim belediye başkanlarımıza biz talimat vermiştik. Olabildiğince, kendi imkanları ölçüsünde alıyorlardı. Çiftçinin hakkına ve hukukuna sahip çıkamayan bir siyasi iktidar, defalarca söyledik, ancak ondan sonra. Kuru soğanı da aynı şekilde almaya başladılar ya da başlayacaklar. Beyefendi ne diyordu? “Aya sert iniş yapacağız” diyordu. Aya sert iniş yapan, vatandaşa soğan dağıtıyor şimdi, patates dağıtıyor şimdi. Şu akla bakın, şu mantığa bakın.
Değerli arkadaşlarım, devlet o kadar dejenere edildi ki, devleti yönetenler o kadar büyük bir dejenerasyon yarattılar ki, her kafadan bir rakam çıkıyor. Bakın geçen gün, Erdoğan 11 Nisan’da yeni açıklama yapıyor: 1 milyon 250 bin ton patatesten söz ediyor. 1 milyon 250 bin ton patates, 300 bin ton soğandan söz ediyor. Yani bunları alacağız çiftçiden ve dağıtacağız. Aynı gün Tarım Bakanı açıklama yapıyor: “1 milyon 250 bin değil, 300 bin ton patates var” diyor. Rakama bakın: 1 milyon fazla ya, nasıl atıyorsun bu kadar? Gerçekten ben şaşırıyorum. Okuyunca önce inanmadım, “bir de havuz medyasının internet sitesine gireyim, bakayım orada ne yazıyor?” dedim. Aynı rakam var. 300 bin ton soğan diyor, 40 bin ton. Nasıl bu kadar desteksiz atabiliyorlar? Ya akıl, mantık, her şey kaybolmuş vaziyette. İnsan gerçekten de üzülüyor değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar, gelelim ana konumuza. Bu kürsüden defalarca “128 milyar dolar ne oldu?” diye sordum. “128 milyar doları kimlere sattınız?” diye sordum. “128 milyar doları hangi kurdan sattınız?” diye sordum. 128 milyar doları satanların, o kararı verenlerin kimler olduğunu sordum. Kimlerin imzası var onun altında sordum. Defalarca, her yerde sordum. Birisi, “para kaybolmadı, para el değiştirdi” diyor. Para zaten el değiştirdi. Durmuş Yılmaz, İYİ Parti’den, eski Merkez Bankası Başkanı, saygın bir isim. Diyor ki: “Elbette para el değiştirdi. Hırsız da bir şeyi çalarsa, mal el değiştirmiş oluyor.” Ben sana zaten bunu soruyorum. El değiştirdi de nereye gitti, kime gitti bu? Kim vurgunu vurdu, milyarları kim götürdü? Milyarları kim götürdü? Bunu niye soruyorum değerli arkadaşlarım? Şimdi bakın, Merkez Bankası daha önce sattığı dövizleri böyle tablolar halinde yapar, kendi internet sitesinde yayınlardı. Biz de bakardık. Vatandaş, ekonomi ile ilgilenenler, dolarla, dövizle ilgilenenler, kambiyo rejimi ile ilgilenenler, Merkez Bankası’nın internet sitesine girer, tablolara bakarlardı. Buna benzer çok sayıda tablo var, burada da var. Hangi tarihte, kaç liradan çıkmış? Kim, ne kadar fiyat vermiş, hangi bankaya, kişiye, kuruma satılmışsa bunların listesi vardı. Çünkü bu liste yok. Sorumuz da zaten buradan kaynaklanıyor. Listeyi niye gizliyorsunuz? Neden gizliyorsunuz? Kime sağladığınız bu büyük avantajları. Sen mi, yoksa damadın mı bu işi halletti? Damat kime verdi, sen kime talimat verdin? 1 liradan söz etmiyorum, 1 milyondan söz etmiyorum, 1 milyardan söz etmiyorum, 100 milyardan söz etmiyorum, 128 milyar Türk Lirasından söz etmiyorum; 128 milyar Amerikan dolarından söz ediyorum. Ne oldu bu para? Tık yok. Bir daha sorduk, tık yok. Önce “veznede duruyor, kasada duruyor” dedi. Sonra “pandemide kullandık” dedi. Hepsi palavra. Yalan söylüyorlar, yalan söylüyorlar. Sıkışınca yalana sarılıyorlar. Tabii dua edelim yani; “128 milyar dolar nerede?” diye sorduk, Bunlar “darbeci” diye bizi suçlamadı. Bakalım yarın suçlayacak herhalde. “Bunlar darbeci” diyecek, “darbecilerle beraber 128 milyar doları soruyor” diye.
Değerli arkadaşlarım; bu kadar pişkin, halktan bu kadar kopuk, bu kadar para sevdalısı, yandaşı bu kadar zengin eden dünyada başka bir iktidar görülmemiştir. Sorular karşısında ezilip büzülen, cevap veremeyen ama yeri geldiğinde böbürlenen, kibirlenen bir yapıyla karşı karşıyayız. Ağrıma giden de bu. Sen kendini ne sanıyorsun ya? Ne sanıyorsun sen kendini? Bu milletin hakkını, hukukunu koruman gerekirken, bu milletin hakkını, hukukunu pazarlıyorsun sen. Bunun hakkını, hukukunu sormak zorundayız. Beraber sormak zorundayız, birlikte sormak zorundayız. Değerli arkadaşlarım; dedik ki: Cevap vermiyor, billboardları kiralayalım, oraya asalım. Millet görsün, “nerede?” diye. Vay efendim neymiş? “Cumhurbaşkanına hakaretmiş.” Neymiş? Arkasında efendim sarayın silueti varmış. Ya soru sormak ne zamandan beri hakaret oldu?
Bu neyi kanıtlıyor? 20 Temmuz sivil darbesinin en temel kanıtı budur. Bir darbe dönemi yaşıyoruz. En temel kanıtı budur. “Bana soru bile soramazsınız” diyor. Kibre bak ya, kibre bak ya! Kimsin sen ya? Kimsin sen? Ne demek “bana soru soramazsın.” Bal gibi soracağım ve sen de bal gibi cevap vereceksin. Yoksa sandıkta soracağız bunu, sandıkta soracağız.
Cevap vermezsen, cevap vermezsen, aldığını her oy haramdır. Her oy haramdır. Bakın Ramazan gününde söylüyorum bunu, Ramazan’ın birinci günü söylüyorum. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak zorundayız. Savcı hemen harekete geçirmiş, kararlar da geldi. Efendim neymiş? “Çok gecikmesinde sakınca bulunduğu için mahkeme kararına bile gerek yok, derhal indirin.” Şu lafa bak Allah aşkına. Şu devletin nasıl hızlı çalıştığına bak. Saray olunca, her şey süratle gerçekleşiyor. Peki işsizler? Onlara da aynı hızda iş buluyor musun? Aynı hızla yoksulların derdine çare oldun mu? Aynı hızla gidip patatesleri, soğanları depolardan aldın mı? Dilimizde tüy bitti söyleye söyleye, sonunda mecbur kaldın, gidiyorsun almaya.
Değerli arkadaşlarım, bu kürsüde 128 milyar doları sorduk. “Bana niye soru soruyorsunuz” diyor. Kardeşim sen, “Türkiye ekonomisinin sorumlusu benim, ben” diye çıkıp, konuştun. Zaten bu memlekete bir tek sana soru sorulacak, diğerlerinin bir yetkisi yok ki. Bakanın mı yetkisi var? Yok. Genel müdürün mü yetkisi var? Yok. Şube müdürünün mü? Hayır yok. Genel müdürlerin mi? Yetkileri yok, talimatın gereğini yapıyorlar zaten. Tek adam hükümeti demiyor musunuz? Onlar diyorlar, “tek adam hükümeti.” Yani “şahsım devleti, şansım hükümeti” diyor. E peki, şahsın hükûmetinde soruyu kime soracağız? Sana soracağız. 128 milyar doların nasıl, nerelere peşkeş çekildiğini nereden öğreneceğiz? Merkez Bankası Başkanı konuşamaz, mümkün değil. Hazine ve maliyeden sorumlu olan bakan, mümkün değil konuşamaz. Eğer saraydan bir kağıt gelirse, “al, bunu oku” derler. O çıkıp, okuyacak. Kime soracağız? Odacıya soruyorum: Arkadaş sen buradan pay aldın mı? “Nereden” diyor. Manava soruyorum: Sen 128 milyar dolardan pay aldın mı? “Dalga mı geçiyorsunuz” diyor. Kahveciye soruyorum, pastacıya soruyorum, minibüs şoförüne, kamyon şoförüne, otobüs şoförüne soruyorum, apartman görevlisine soruyorum, sanayiciye soruyorum: Arkadaş siz bu 128 milyar dolardan, en azından bir 10 dolar aldınız mı? “Hayır efendim” diyorlar. Emekliye soruyorum, “dalga mı geçiyorsun” diyorlar. Kim aldı bu parayı? Kim aldı bu parayı? Sormak zorundayız değerli arkadaşlarım.
Bakınız, 128 Milyar dolarla ne yapılabilirdi? Daha önce açıkladım, bu kürsüden açıkladım.
Bakın;
10 milyon işsiz vatandaşımıza, 1 yıl boyunca her ay 3’er bin lira para verebilirdiniz, ama bitmiyor.
1 milyon 300 bin esnafın, 13 milyar liralık kredi borcunu sıfırlayabilirdiniz faizleriyle beraber, yine para bitmiyor.
Çiftçilerin bankalardan aldıkları kredilerin tamamını sıfırlayabilirdiniz, yine para bitmiyor.
Mikro işletmelerin 16 milyar liralık kredi borcu var, onun da tamamını ödeyebilirdiniz; gene para bitmiyor.
Yoksulluk sınırı altında olan 1 milyon 600 bin hane var. Bunların 1 yıl süreyle doğalgaz parasını ödeyebilirdiniz, gene bitmiyor.
BioNTech aşısı getirebilirdiniz, her vatandaşa 2 sefer yapabilirdiniz. Bunun için 50 milyon vatandaşımız aşı olabilirdi, gene para bitmiyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nda internete erişemeyen, EBA’ya erişemeyen 4 milyon evladımıza en gelişmiş bilgisayarı, tableti alırdınız, gene para bitmiyor.
Devletten 3 ay boyunca biner lira veriyorlar. 806 bin esnafımıza bırakın biner lirayı, her ay, bir yıl süreyle 3 bin lira para veriyorsunuz, gene bitmiyor.
Devletten 3 ay boyunca biner lira alan basit usul dışındaki esnafa da yine her ay 3 bin lira para verseniz, bir yıl süreyle, yine para bitmiyor.
Devletten 3 ay boyunca, sadece 3 ay biner lira para alan 26 bin müzisyene, her ay bir yıl süreyle 3 bin lira para verseniz, yine para bitmiyor.
Ne kadar kalıyor biliyor musunuz? 467 milyar lira para daha kalıyor. Paranın büyüklüğü bu işte.
Resmen devletin soyulduğu buradan belli. Bunu soruyorum. Afişleri indiriyor, “soru soramazsınız, bana hakarettir” diyor. Niye sana hakaret olsun kardeşim? Niye sana hakaret olsun? Sen her önüne geleni, seni eleştireni, “bana hakaret ediyor” diye eğer suçluyorsun, o koltuktan derhal ayrılacaksın kardeşim. Ayrılacaksın… Hesabını vermiyorsan, ayrılacaksın. Devleti yöneten insanlar, aynı zamanda milletine hesap verirler. Aksi halde milleti küçümserler. Kibir buna engel olur. Beyefendinin kibri var.
Niçin soruyorum değerli arkadaşlarım?
10 milyon 219 bin işsizimiz adına soruyorum: Nerede 128 milyar dolar?
Son 2 yılda çalışırken işinden olan 2 milyon 918 bin yeni işsiz adına soruyorum: Nerede bu para?
1 milyon 950 bin esnaf adına soruyorum: Nerede 128 milyar dolar?
2 milyon 83 bin çiftçi adına soruyorum: Nerede kardeşim 128 milyar dolar?
Paraları da o kadar çok ki, biz de şaşırıyoruz tabii. Onlar çok paraya alışmışlar, bizim öyle şeyimiz yok Allah’a çok şükür.
858 bin kamyon şoförü adına soruyorum: Nerede 128 milyar dolar?
100 bin 575 taksici adına soruyorum: Nerede 128 milyar dolar?
13 milyon 264 bin emekli, dul ve yetim adına soruyorum: Nerede 128 milyar dolar?
Sayıları 1 milyona yaklaşan apartman görevlileri için soruyorum, onlar da buradan hiç nasiplerini almadılar: Nerede bu 128 milyon milyar dolar?
Aylık geliri asgari ücretin üçte biri olan üçte biri olan 9 milyon 80 bin 521 kişi var Türkiye’de. Aylık geliri asgari ücretin üçte biri; yani aylık geliri bin 192 lira. Bu 9 milyon 80 bin kişi adına da soruyorum: Nerede bu 128 milyar dolar?
Dul ve yetim aylığı alanlar var, 3 milyon 692 bin 788 kişi. Onlar adına da soruyorum: Nerede bu para ve neden bu para ortalıkta yok değerli arkadaşlarım.
Şehit yakınları, gaziler adına da soruyorum: Nerede bu 128 milyar dolar?
Tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak için soruyorum: Nerede bu 128 milyar dolar?
50 bin 278 muhtar adına soruyorum, onlar da buradan hiçbir şey almadıklarını söylüyorlar: Nerede bu 128 milyar dolar?
Biz bunu öğrenmek zorundayız değerli arkadaşlarım.
Bir örnek daha vereyim vatandaşlarımıza; 128 milyar dolar nedir, ne anlama geliyor diye. 128 milyar doları, 83 milyona bölersek; yani yeni doğan çocuktan en yaşlımıza kadar bölersek, 1.542 dolar düşüyor adam başına. Yeni doğan çocuğa da 1.542 dolar… 5 kişilik bir aile düşünün, aile başına 7 bin 710 dolar düşüyor. Bunu 8’le çarpın kur üzerinden, her aile başına düşen 61 bin 680 Türk Lirası. Bu para nereye gitti? Bu parayı öğrenmek zorundayız. Bunu sormak, her namuslu vatandaşın görevidir. Bir daha altını çizeyim: Bunu sormak, her namuslu vatandaşın görevidir. Bunu sormak, her ne ahlaklı vatandaşın görevidir. Bunu sormak, inanç sahibi olan, Allah’a inanan herkesin görevidir, herkesin görevidir.
Kaynak CHP Basın Birimi
Hibya Haber Ajansı